Bir zamanlar denizin ortasında yer alan boş bir ada varmış. Bu adaya pek gelip giden yokmuş. Bu adayı fark eden bir adam, belli süreler aralığında bu adaya gidip gelmiş. Adam, adaya her gidiş gelişinde oraya farklı bir çiçek ekiyormuş. Bu durum, uzunca bir süre böyle devam etmiş.
Aradan uzunca bir süre geçmiş. Biz zamanlar üzerinde ot bitmeyen bu ada, mis kokulu çiçeklerle bezenmiş. Daha önce kimsenin yüzüne dahi bakmadığı bu yer birçok kişi tarafından fark edilir olmuş. Öyle de olsa hiç kimse bu adaya gitmeye pek cesaret edememiş. Adam, bu adada yalnızlığı ile baş başa kalmış.
İçinde bulunduğu duruma pek aldırış etmeyen bir tavırla bu adada vakit geçirmeye devam eden adam, yetiştirdiği çiçeklerin arasında kendisi için küçük bir kulübe yapmış. Tüm vaktini bu adada geçiren adam, bu kulübede konaklayarak adeta buranın ayrılmaz bir parçası haline gelmiş. Her ne kadar her şey yolunda gidiyor gibi görünse de adam içinde büyük bir boşluk hissediyormuş.
Günlerden bir gün adam, adada yetiştirdiği çiçeklerle ilgileniyormuş. Kendisini işe o kadar kaptırmış ki gözü bir şey görmüyor, kulağı da hiçbir sesi işitmiyormuş. Bu adayı fark eden bir kadın, merakını gidermek üzere adaya çıkmış ve orada çalışan adamın yanına varmış. Kadın, adama seslenmiş. Adam ise duymuş olduğu sesin bir hayal olduğunu düşünüp işine devam etmiş. Kadın, bir kez aha seslenmiş. Adam, “Artık hayal görüyorum.” diyerek kendi kendine söylenmiş. Onun bu haline gülümseyen kadın, bir kez daha seslenmiş. Adam dönüp arkasına bakmış ve karşısında kadını görmüş. Heyecandan dili tutulmuş, lal olmuş. Kadın da tıpkı adam gibi ondan etkilenmiş.
Kadın ve adam tanışarak birbirlerini tanımaya başlamışlar. Bu tanışma uzun bir birlikteliği beraberinde getirmiş. Bu arkadaşlık zaman geçtikçe bir sevgiye dönüşmüş. Bu yüzdendir ki kadın ve adam, kendilerine bu imkanı tanıyan bu adaya “Sevgi Adası” demeye karar vermişler. Artık Sevgi Adası’nda çiçeklere dokunan ve onları yetiştiren sevgi ile tutuşan iki el varmış.